Arama Sonuçları O yer

Hızlı Erişim Linki: https://www.hadisarabul.com/hadisbul/12985-O-yer/650

NoHadis MetniKaynak
14475

Ümmü Abdullah künyesi ile anılan mü’minlerin annesi Hz. Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: Bir Ordu harp etmek için Kâbe’ye yürüyecek; sahraya geldiklerinde ise Ordudakilerin hepsi yerin dibine geçirilecek. Âişe der ki: “Ey Allah’ın Resûlü, neden hepsi yerin dibine geçirilsin ki? İçlerinde, ticaret için yOla çıkanlar Olduğu gibi Onlardan Olmadığı hâlde yOllarda Orduya katılanlar da vardır, dedim. Resûlullah : Hepsi birden yerin dibine geçirilirler ve kıyamet günü niyetlerine göre haşrOlunurlar.” buyurdu.

B2118 Buhârî, Büyû’, 49; M7244 Müslim, Fiten, 8
14248

Suheyb (-i Rûmî) radıyallâhü anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden önceki ümmetler içinde bir padişah, bir de Onun sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, padişaha:

“Ben yaşlandım, bana genç birini göndersen de Ona sihirbazlığı öğretsem” dedi.

Padişah da Ona bir genç gönderdi. Gencin yOlu üzerinde bir rahip bulunmaktaydı. Genç Ona uğradı, yanında Oturdu ve kOnuşmalarını dinledi, beğendi. Sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı. Sihirbaz Ona “niçin geç kaldın?” diye kızar ve döğerdi. Delikanlı bu durumu rahibe şikâyet etti. O da şöyle dedi:

Sihirbazdan kOrktuğunda, “evdekiler alıkOydular”de; âilenden çekindiğindede “sihirbaz alıkOydu” de.

Genç, durumu böylece idare edip giderken, bir gün yOlda insanların gelip geçmesine engel Olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı ve kendi kendine “Sihirbazın mı yOksa râhibin mi daha üstün Olduğunu işte şimdi öğreneceğim” diyerek bir taş aldı ve “Ey Allahım, rahibin yaptıklarını sihirbazın yaptıklarından daha çOk seviyOrsan, şu hayvanı öldür ki insanlar yOllarına devam etsinler” dedi ve taşı hayvana dOğru fırlatıp Onu öldürdü. Halk da geçip gitti. Daha sOnra delikanlı râhibe gelip Olayı anlattı. Râhip Ona:

Delikanlı! Şimdi artık sen benden daha üstünsün. Zira, sen bu gördüğüm mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyOrum ki, sen yakında bir belâya uğratılacaksın. Böyle bir şey Olursa, sakın benim bulunduğum yeri kimseye gösterme! dedi.

Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulmuş Olanları kurtarır ve diğer hastalıkları da tedâvî ederdi. Padişahın O sıralarda kör Olmuş bir yakını bunu duydu, değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve:

Eğer beni tedâvî edersen, bütün bunlar senin Olacak dedi.

Delikanlı:

Ben kendiliğimden kimseye şifâ veremem. Şifayı ancak Allah Teâlâ verir.Eğer sen Yüce Allah’a inanırsan, ben Ona dua ederim, O da (dilerse) sana şifa verir, dedi.

Adam iman etti. Allah Teâlâ da Ona şifa verdi. Adam eskiden Olduğu gibi padişahın yanına gelip meclisteki yerini aldı.

Padişah:

Senin gözünü kim iyi etti? diye sOrdu. O da: Rabbim, dedi.

Bu defa Padişah:

Senin benden başka rabbin mi var? diye gürledi.

Adam:

Benim de senin de rabbin Allah Teâlâ’dır, dedi.

Bunun üzerine sinirlenen padişah adamı tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar Ona işkence ettirdi. SOnuçta adam gencin yerini söyledi. Delikanlı getirildi. Padişah Ona:

Delikanlı, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Duydum ki sen epeyce işler yapıyOrmuşsun, öyle mi? diye sOrdu.

Delikanlı:

Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah Teâlâ’dır dedi.

Padişah delikanlıyı tutuklattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar Ona işkence ettirdi. Neticede râhip getirildi ve kendisine “dininden dön!” denildi. Râhip bu teklife yanaşmadı. Bunun üzerine padişah bir testere getirtip başının tam Ortasından rahibi ikiye biçtirdi. Rahibin parçalarının her biri bir yana düştü. SOnra Padişahın adamı getirildi Ona da “dininden dön!” denildi. Ancak O da kabul etmedi. Padişah Onu da parçalarının her biri bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının Ortasından ikiye biçtirdi. Daha sOnra delikanlı getirildi ve “dininden dön (yOksa öleceksin)” diye tehdid edildi, fakat delikanlı direndi. Padişah delikanlıyı adamlarından bir gruba teslim etti ve Onlara şu tâlimatı verdi:

Bunu şu dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse ne âlâ, değilse, aşağıya yuvarlayın gitsin.

Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar.

Delikanlı:

“Allahım, beni bunların elinden nasıl dilersen öylece kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve Onlar aşağı yuvarlandılar. Delikanlı sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü. Padişah Ona:

Yanındakiler ne Oldu? dedi.

Delikanlı da :

Allah beni Onların elinden kurtardı, dedi.

Bunun üzerine padişah, delikanlıyı adamlarından bir başka gruba teslim etti ve:

Bunu Kurkur denilen bir gemiye bindirip denizin Ortasına götürün. Dininden dönerse ne âlâ, değilse, denize atın gitsin, dedi.

Delikanlıyı alıp götürdüler. O:

“Allahım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar!” diye dua etti.

Gemi içindekilerle beraber ala-bOra Oldu, hepsi bOğuldu. Delikanlı sağ-sâlim padişahın yanına döndü.

Padişah Onu görünce:

Yanındakiler ne Oldu? diye sOrdu.

Delikanlı da:

Allah beni Onların elinden kurtardı, dedi ve ilâve etti: Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin.

Padişah:

Neymiş Onlar? dedi.

Delikanlı :

Halkı geniş bir meydanda tOpla. Beni de bir hurma kütüğüne bağla.Okdanlığımdan bir Ok al, yayın tam Ortasına kOy. SOnra da “Delikanlının rabbinin adıyla de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin” dedi.

Padişah halkı geniş bir meydanda tOpladı. Delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı. SOnra delikanlının sadağından bir Ok aldı, yayına yerleştirdi. “Delikanlının rabbi Olan Allah adıyla” deyip Oku fırlattı. Ok, delikanlının şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağına kOydu ve Oracıkta öldü.

Bunun üzerine halk:

Biz, delikanlının rabbine iman ettik, dediler.

Daha sOnra durumu padişaha ileterek:

Gördün mü çekindiğin şey nihâyet başına geldi; halk iman etti, dediler.

Bunun üzerine padişah, sOkak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler ateşle dOldurulmuştu.

Padişah:

Bu yeni dinden dönmeyen herkesi, zOrla ateşe atın, (yahut “Onları ateşe girmeye zOrlayın”) dedi.

Emri yerine getirdiler. En sOnunda kucağında çOcuğu ile bir kadın geldi, bir ara ateşe girmemek ister gibi yaptı, sendeledi. ÇOcuk:

“Anneciğim, sık dişini, sabret, çünkü sen hak din üzeresin!” de(mek suretiyle annesini cesaretlendir)di.

Müslim, Zühd 73
14251

Âişe radıyallahu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tâun hastalığını sOrmuş, O da şöyle buyurmuştur:

“Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah Onu mü’minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse Onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.”

Buhârî, T b 31; Ayr ca bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92
14268

Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Uyeyne İbni Hısn (Medine’ye) geldi ve yeğeni Hurr İbni Kays’a misafir Oldu. Hurr, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Zaten genç Olsun yaşlı Olsun âlimler (kurrâ), Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hurr İbni Kays’a:

Yeğenim, senin devlet başkanı yanında önemli bir yerin vardır. Beni kendisiyle görüştür, dedi.

Hurr, Ömer’den izin aldı. Uyeyne Ömer’in yanına girince:

Ey Hattâb Oğlu, Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir şey vermiyOrsun.Aramızda adâletle de hükmetmiyOrsun, dedi.

Ömer hiddetlendi, Uyeyne’ye ceza vermek istedi.

Bunun üzerine Hurr:

Ey Müminlerin emiri, Allah, Peygamberine “Affı seç, iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan vazgeç!” buyurdu. Benim bu amcam da câhillerdendir, dedi.

Allah’a yemin ederim ki, Hurr bu âyeti Okuyunca Ömer, Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer, Allah’ın kitabına sOn derece bağlı idi.

Buhârî, Tefsîru sûre (7), 5, İ’tisâm 2
14470

eş-Şa'bî şöyle demiştir: Ben Adiyy ibn Hâtim'den sOr­dum. O da: Ben Rasûlullah(S)'tan mi'râdla avlanmanın hükmünü sOr­dum:

—  "Mi'râdın keskin tarafını isabet ettirdiğin zaman Onu ye! Mi'râdın enli tarafını isabet ettirdiğinde bununla avı öldürdüysen, işte bu vekîzdir, artık Onu yeme!" buyurdu.

(Adiyy dedi ki:)

—  Ben köpeğimi av üzerine salarım, dedim. Rasûlullah:

—  "Av köpeğini Besmele çekerek salıverdiğin zaman O avın eti­ni ye!" buyurdu.

Ben:

— Bu av köpeği avı tuttuktan sOnra yerse? diye sOrdum. Rasûlullah:

—  "Bu hâlde yeme! Çünkü köpek avı senin için tutmamıştır, ancak kendi nefsi için tutmuştur" buyurdu.

Ben:

— Ben köpeğimi av yüzerine gönderiyOrum da Onun yanında başka bir köpek buluyOrum? dedim.

Rasûlullah:

—  "O zaman O avdan yeme. Çünkü sen ancak kendi köpeğin üzerine Besmele çektin, diğer köpek üzerine Besmele çekmedin!" bu­yurdu

Buhari - KITABU'Z-ZEBAIH VE'Ş-SAYD - 2
14283

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre kendisi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“İsrâil Oğulları arasında biri ala tenli (abraş), biri kel, biri de kör üç kişi vardı. Allah Teâlâ Onları sınamak istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.

Melek ala tenliye geldi:

En çOk istediğin şey nedir? dedi. Ala tenli: Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği şu halin benden giderilmesi, dedi. Melek Onu sıvazladı ve ala tenlilik gitti, rengi güzelleşti. Melek bu defa: En çOk sahip Olmak istediğin mal nedir? dedi. Adam: Deve (yahut da sığır)dır, dedi. Ona On aylık gebe bir deve verildi. Melek: Allah sana bu deveyi bereketli kılsın! diye dua etti.

SOnra kele gelerek:

En çOk istediğin şey nedir? dedi. Kel: Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğin giderilmesi dedi. Melek Onu sıvazladı, kelliği kaybOldu. Kendisine gür ve güzel (bir) saç verildi. Melek sOrdu: En çOk sahip Olmak istediğin mal nedir? Adam: Sığır… dedi. Ona da gebe bir inek verildi. Melek: Allah sana bunu bereketli kılsın! diye dua ettikten sOnra körün yanına geldi ve : En çOk istediğin şey nedir? dedi. Kör: Allah’ın gözlerimi iâde etmesini ve insanları görmeyi çOk istiyOrum, dedi. Melek (Onun gözlerini) sıvazladı. Allah Onun gözlerini iâde etti. Bu defa Melek: En çOk sahip Olmak istediğin şey nedir? dedi. O da: KOyun… dedi. Bunun üzerine Ona döl veren bir gebe kOyun verildi.

Deve ve sığır yavruladı, kOyun kuzuladı. Neticede birinin vâdi dOlusu develeri, diğerinin vâdi dOlusu sığırı, ötekinin de bir vâdi dOlusu kOyun sürüsü Oldu.

Daha sOnra melek ala tenliye, eski kılığında geldi ve:

Fakirim, yOluma devam edecek imkânım yOk. Gitmek istediğim yere önce Allah sOnra senin yardımın sâyesinde ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına senden yOlculuğumu tamamlayabileceğim bir deve istiyOrum, dedi.

Adam:

Mal verilecek yer çOOOk, dedi. Melek: Ben seni tanıyOr gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allah’ın zengin ettiği abraş değil misin? dedi. Adam: Bana bu mal atalarımdan miras kaldı, dedi. Melek: Eğer yalan söylüyOrsan, Allah seni eski haline çevirsin, dedi.

SOnra melek, eski kılığına girip kelin yanına geldi. Ona da abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi. Melek Ona da:

Yalan söylüyOrsan, Allah seni eski haline çevirsin! dedi.

Körün kılığına girip bu defa da Onun yanına gitti ve:

Fakir ve yOlcuyum. YOluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allah’ın sOnra senin sâyende yOluma devam edebileceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına senden bir kOyun istiyOrum ki, Onunla yOluma devam edebileyim, dedi. Bunun üzerine (eski) kör: Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iâde etti. İstediğini al, istediğini bırak. Allah’a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zOrluk çıkarmayacağım, dedi. Melek:

Malın senin Olsun. Bu sizin için bir imtihandı. Allah senden razı Oldu, arkadaşlarına gazap etti, cevabını verdi (ve Oradan ayrıldı).

Buhârî, Enbiyâ 51; Müslim, Zühd 10
14292

Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm, yanında üçbeş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki kişi bulunuyOrdu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yOktu. Bu arada önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana ‘Bunlar Mûsâ’nın ümmetidir, sen ufka bak!’ dediler. Baktım; (çOk) büyük bir karaltı. ‘İşte bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişi vardır’ dediler.”

(İbni Abbas diyOr ki) Söz buraya gelince Peygamber aleyhisselâm kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiş bin kişinin kimler Olabileceği hakkında kOnuşmaya başladılar: Kimileri, “Bunlar peygamberin sOhbetinde bulunanlar Olmalıdır” derken, kimileri, “Bunlar İslâm geldikten sOnra dOğup, şirki tanımamış Olanlardır” dediler. Daha başka birçOk görüş ileri sürenler Oldu.

Onlar bu meseleyi tartışırken Peygamber aleyhisselâm çıkageldi.

“Ne hakkında kOnuşuyOrsunuz?” diye sOrdu. Hesapsız-azabsız cennete gireceklerin kim Oldukları hakkında kOnuşuyOruz, dediler.

Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:

Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir” buyurdu.

Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve:

Beni de Onlardan kılması için Allah’a dua et (Yâ Resûlallah)! dedi.

Peygamber aleyhisselâm da:

“Sen Onlardansın!” buyurdu. SOnra bir başka kişi daha kalktı ve: Beni de Onlardan kılması için dua buyur, dedi.

Peygamber aleyhisselâm bu defa:

“Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı” buyurdu.
Buhârî, Tıb 1, Rikak 50, Libâs 18; Müslim, Îmân 374. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 16
14296

Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre O, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Necid taraflarında bir gazvede bulunmuştu. Dönüşte Resûlullah ile birlikteydi. Öğle vakti ağaçlık, çalılık bir vadiye geldiklerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Orada mOla vermiş, mücâhidler ağaçlar altında gölgelenmek üzere çevreye dağılmışlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, semure denilen sık yapraklı bir ağaç altında istirahate çekilmiş kılıcını da ağaca asmıştı.

(Câbir dedi ki:) birazcık (uyku) kestirmiştik ki, Resûlullah’ın bizi çağırdığını işittik ve hemen yanına kOştuk. Bir de baktık, Resûlullah’ın yanında (müşriklerden) bir bedevi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ben uyurken bu bedevi kılıcımı almış, uyandığımda kılıç kınından sıyrılmış vaziyette bunun elindeydi. Bana: Seni benim elimden kim kOruyup kurtaracak? dedi. Ben de üç defa:

– “Allah” cevabını verdim.

(Câbir diyOr ki) Resûlullah adamı cezalandırmamıştı, yanında OturuyOrdu.

Buhârî, Cihâd 84, 87, Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14, Müsâfirîn 311

(Buhârî’deki) bir başka rivayette (bk. Meğâzî 31) Câbir radıyallahu anh şöyle demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte zâtü’r-rikâ’ denilen gazvede bulunuyOrduk. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda Onu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bırakmayı âdet edinmiştik. (Bu defa da öyle yaptık.) Ancak müşriklerden bir adam gelerek Resûlullah’ın (ağaçta asılı Olan) kılıcını alıp çekmiş ve:

Benden kOrkuyOr musun? diye seslenmiş. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: “Hayır” cevabını vermiş. Adam: Peki seni benim elimden kim kurtaracak? demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de “Allah” buyurmuştur.

Ebû Bekir el-İsmâîlî’nin “Sahîh”inde yer alan bir rivâyette Olayın bundan sOnraki kısmı şöyle anlatılmaktadır:

Adam:

Seni benim elimden kim kurtarır? dedi.

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:

“Allah” cevabını verdi. Bunun üzerine adamın elinden kılıç düştü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kılıcı aldı ve: Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? buyurdu. Adam: İyi bir cezalandırıcı Ol! dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’tan başka ilâh Olmadığını ve benim Allah’ın elçisi Olduğumu kabul ve itiraf eder misin?” dedi.

Adam:

Hayır, kabul etmem. Ancak seninle çarpışmamaya, seninle savaşacak herhangi bir tOpluluk içinde bulunmamaya söz veririm, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve Onlara:

En hayırlı kişinin yanından geliyOrum, dedi.
Buhârî, Cihâd 84, 87, Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14, Müsâfirîn 311
14298

Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey falân! Yatağına yattığında şöyle dua et:

Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızânı) isteyerek, (azâbından) kOrkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yOktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.

Eğer bu duayı yapıp yattığın gece ölürsen, iman üzere ölürsün, ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun.”

Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde (gösterilen yerlerde) yine Berâ İbni Âzib’den rivayet edildiğine göre Berâ, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu” demiştir:

“Yatağına yatacağın zaman, namaz kılmak için abdest alıyOr gibi abdest al, sOnra sağ tarafına yat ve -yukarıdaki duayı aynen zikrederek- böyle dua et!” SOnra da şunu ilâve etti: “En sOn sözün bu dua Olsun!”
Buhârî, Vudû 75, Daavât 6; Müslim, Zikr 56-58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 98.
14465

Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hayber'e geldi. Nihayet Allah O'na (Kamus denilen) kal'ayi açtığı zaman kendisine Huyey ibn Ahtâb'ın kızı Safiyye'nin güzelliği zikr Olundu. Safiyye yeni evlenmiş bir gelin iken, Safiyye'nin kOcası öldürülmüş idi. Rasûlullah ganimetten payı Olarak Safiyye'yi kendisi için seçip aldı ve Safiyye ile yOla çıktı. Nihayet bizler Medine yakınında Seddu'r-Ravhâ denilen yere ulaştık. Safiyye işte Orada hayzından temizlenip halâl Oldu ve Peygamber, Safiyye ile evlendi. SOnra Peygamber ta­baklanmış ve yere yayılan küçük bir deri üzerinde hurma, yağ ve keş karışığı "hays" denilen bir yemek yapıp hazırlattı. SOnra Rasülullah (nikâhı şöhretlendirmek için) ben Enes'e: "Etrafındaki insanlara bil­dirip i'lân et" buyurdu. İşte bu hurma, yağ ve yOğurt kurusu karışı­ğı, Rasûlullah'ın Safiyye üzerine yaptığı düğün aşı Oldu. SOnra Medine'ye dOğru yOla çıktık.

Enes dedi ki: Ben Rasûlullah'ı gördüm ki, bir abayı binek deve­sinin hörgücü üzerine, kendi arka tarafına Safiyye için dOluyOr, sOn­ra devesinin yanına OturuyOr, akabinde dizini kOyuyOr, bu sırada Safiyye de kendi ayağını Peygamber'in dizi üzerine kOyarak deveye biniyOrdu

Buhari - KİTABU'L-BUYU' - 177