Arama Sonuçları mı O

Hızlı Erişim Linki: https://www.hadisarabul.com/hadisbul/52491-mi-O/940

NoHadis MetniKaynak
14239

Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh gözlerini kaybettiği zaman Onu elinden tutup götürme görevini üstlenen Oğlu Abdullah’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik radıyallahu anh’den şöyle anlatırken duydum:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gittiği gazâlardan sadece Tebük Gazvesi’ne katılmaOlOr:green'>mıştım. Gerçi Bedir Gazvesi’nde de bulunamaOlOr:green'>mıştım. Zaten Bedir’e katılmadıkları için hiç kimse azarlanmaOlOr:green'>mıştı. O vakit Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar (savaşmak için değil) Kureyş kervanını takib etmek için yOla çıkOlOr:green'>mışlardı. Nihayet Allah Teâlâ müslümanlarla düşmanlarını, aralarında verilmiş herhangi bir karar Olmadığı halde bir araya getiriverdi. Halbuki ben Akabe bîatının yapıldığı gece, İslâm’a yardım etmek üzere söz verirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi halk arasında Akabe gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir’de bulunmayı Akabe’de bulunmaktan daha üstün görmem.

Tebük Gazvesi’ne Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gitmeyişim şöyle Oldu:

Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin OlamaOlOr:green'>mıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deveyi bir araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip Olmuştum. Bir de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak bir mevsimde uzak bir yere yapılacağı ve kalabalık bir düşmanla karşı karşıya gelineceği için Resûl-i Ekrem durumu açıkladı. Savaşın özelliğine göre hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çOk fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Savaşa gitmemek için gözden kaybOlunduğu takdirde, hakkında bir âyet nâzil Olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvaların Olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapOlOr:green'>mıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de Onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyOr, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyOrdum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman Olsa hazırlanırım” diyOrdum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte müslümanlar erkenden yOla çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmaOlOr:green'>mıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyOrdum. Savaş henüz başlamaOlOr:green'>mıştı, ama mücâhidler hayli yOl alOlOr:green'>mışlardı. YOla çıkıp Onlara yetişeyim dedim, keşke öyle yapsayOlOr:green'>mışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa gittikten sOnra insanların arasına çıktığımda beni en çOk üzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz Oldukları için savaşa katılamayan kimseler Olmasıydı.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük’e varıncaya kadar adıOlOr:green'>mı hiç anmaOlOr:green'>mış. Tebük’te ashâbın arasında Otururken:

“Kâ’b İbni Mâlik ne yaptı?” diye sOrmuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam: Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına sOluna bakıp gururlanması Onu Medine’de alıkOydu, demiş.

Bunun üzerine Muâz İbni Cebel Ona:

Ne fena kOnuştun! demiş. SOnra da Peygamber aleyhisselâm’a dönerek, yâ Resûlallah! Biz Onun hakkında hep iyi şeyler biliyOruz, demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şey söylememiş. O sırada çOk uzaklarda beyazlar giymiş bir adaOlOr:green'>mın gelmekte Olduğunu görmüş: “Bu Ebû Hayseme Olaydı” demiş. Bir de bakOlOr:green'>mışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme el-Ensârî değil mi!

Ebû Hayseme, (bir savaş hazırlığı sırasında) bir ölçek hurma verdiği için münafıklara alay kOnusu Olan zâttır.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebük’ten Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın Onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gelmek üzere Olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağıOlOr:green'>mı anladım. Herşeyi dOsdOğru söylemeye karar verdim. Peygamber aleyhisselâm sabahleyin Medine’ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî’ye gelerek iki rek’at namaz kılar, sOnra halkın arasına gelip Otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz. Peygamber Onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ’dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. SOnunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi; sOnra:

“Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne Oturdum. Bana: “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almaOlOr:green'>mış OlOr:green'>mıydın?” diye sOrdu. Ben de: Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle Onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak işin dOğrusunu sana bil direcek ve sen bana güceneceksin. Şayet dOğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben dOğru söyleyerek Allah’dan hayırlı sOnuç bekliyOrum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yOktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin OlamaOlOr:green'>mıştım, dedim.

Kâ’b sözüne devamla dedi ki:

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“İşte bu dOğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hükümverene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime’den bazıları yanıma takılarak: Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyOruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. Halbuki günahlarının bağışlanması için Peygamber aleyhisselâm’ın istiğfâr etmesi yeterdi, dediler.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Beni O kadar çOk ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimin yalan Olduğunu söylemeyi bile düşündüm. SOnra Onlara:

Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var OlOr:green'>mı? diye sOrdum. Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi kOnuştular ve senin aldığın cevabı aldılar. O iki kişi kim? diye sOrdum. Biri Mürâre İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi’ne katılOlOr:green'>mış Olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yOluma devam ettim.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle kOnuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle kOnuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım bOyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde Oturdular. Ben ise Onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dOlaşırdım. Fakat kimse benimle kOnuşmazdı. Namaz bittikten sOnra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinde Otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâOlOr:green'>mıOlOr:green'>mı alırken dudaklarını kıpırdattı OlOr:green'>mı kıpırdatmadı OlOr:green'>mı” diye sOrardım. SOnra Ona yakın bir yerde namaz kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana dOğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.

Müslümanların bana karşı Olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcaOlOr:green'>mın Oğlu ve en çOk sevdiğim insan Ebû Katâde’nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâOlOr:green'>mıOlOr:green'>mı almadı. Ona:

Ebû Katâde! Allah adına and vererek sOruyOrum. Benim Allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyOr musun? diye sOrdum. Hiç cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sOrdum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar bOşandı. Geri dönüp duvardan atladım.

Birgün Medine çarşısında dOlaşıyOrdum. Medine’ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi:

Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sOrdu. Halk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği bir mektup verdi. Ben Okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp Okudum. Selâmdan sOnra şöyle diyOrdu: Duyduğumuza göre Efendiniz seni üzüyOrmuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmaOlOr:green'>mıştır. Hemen yanıOlOr:green'>mıza gel, sana izzet ikrâm edelim.

Mektubu Okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen Onu ateşe atıp yaktım.

Nihayet elli gün’den kırk’ı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti. Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği bir şahıs çıkageldi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana eşinden ayrı Oturmanı emrediyOr, dedi. Onu bOşayacak OlOr:green'>mıyım, yOksa ne yapacağım? diye sOrdum. Hayır, Ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz.Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma: Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve Onların yanında kal, dedim.

Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e giderek:

Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çOk yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yOktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün? diye sOrmuş. Hz. Peygamber de: Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş: Vallahi Onun kıOlOr:green'>mıldayacak hâli yOk. Allah’a yemin ederim ki, başına bu işgeleli beri durmadan ağlıyOr.

Kâ`b sözüne şöyle devam etti:

Yakınlarımdan biri bana: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen Olmaz OlOr:green'>mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de Ona: Hayır, bu kOnuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin isteyemem. Üstelik ben genç bir adaOlOr:green'>mım. İzin istesem bile Peygamber aleyhisselâm’ın bana ne diyeceğini bilemem, dedim.

Bu vaziyette On gün daha durdum. Bizimle kOnuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin daOlOr:green'>mında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ’nın (Kur’ân-ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılOlOr:green'>mış, O geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette Otururken, Sel Dağı’nın tepesindeki birinin var gücüyle:

“Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırınca, Allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye kOşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana dOğru at kOşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci kOşup Sel Dağı’na tırmanOlOr:green'>mış, Onun sesi atlıdan önce bana ulaşOlOr:green'>mış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarıp müjdesine karşılık Ona giydirdim. Vallahi O gün giyecek başka elbisem yOktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Peygamber aleyhisselâm’ı görmek üzere yOla kOyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyOr ve “Allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu Olsun” diyOrlardı.

Nihayet Mescid’e girdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbın Ortasında OturuyOrdu. Talha İbni Ubeydullah hemen ayağa kalktı, kOşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden Ondan başka kimse ayağa kalkmadı.

Râvi der ki, Kâ’b, Talha’nın bu davranışını hiç unutmazdı.

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Peygamber aleyhisselâm’a selâm verdiğimde yüzü sevinçten parıldayarak:

“Dünyaya geldiğinden beri yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu Olsun!”buyurdu. Ben de: Yâ Resûlallah! Bu tebrik senin tarafından OlOr:green'>mıdır, yOksa Allah tarafındanOlOr:green'>mı? diye sOrdum. “Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Peygamber aleyhisselâm’ın yüzü parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık.

Resûl-i Ekrem’in önünde Oturduğumda:

Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran Olarak bütün malıOlOr:green'>mı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyOrum, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Malının bir kısOlOr:green'>mını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı Olur” buyurdu. Ben de: Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyOrum, dedikten sOnra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni dOğru söylediğimden dOlayı kurtardı. Tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık yaşadığım sürece sadece dOğru söz söyleyeceğim.

Vallâhi bunu Peygamber aleyhisselâm’a söylediğim gündenberi dOğru sözlü Olmaktan dOlayı Allah Teâlâ’nın hiç kimseyi benden daha güzel mükâfatlandırdığını bilmiyOrum. Yemin ederim ki, Peygamber aleyhisselâm’a O sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenâb-ı Hakk’ın beni yalan söylemekten kOruyacağını umarım.

Kâ’b sözüne devamla şöyle dedi:

Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeleri indirdi:

“Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısOlOr:green'>mının kalbi kaymak üzere iken güçlük zamanında Peygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah Onlara çOk şefkatli, pek merhametlidir.

“Hani şu tövbeleri (Allah’ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü Onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırOlOr:green'>mıştı. Nihayet Allah’dan başka sığınılacak kimse Olmadığını anlaOlOr:green'>mışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için Allah Onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabul edici ve bağışlayıcıdır.

“Ey imân edenler! Allah’ın azâbından kOrkun ve dOğrularla beraber Olun” [Tevbe sûresi (9), 117-119].

Kâ’b şöyle devam etti:

Allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le şereflendirdikten sOnra Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber aleyhisselâm’ın huzurunda dOğruyu söylemek ve yalan söyleyip de helâk Olmamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:

O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü Onlar pistirler. Yaptıklarına ceza Olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı Olasınız diye size yemin de ederler. Siz Onlardan râzı Olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı Olmaz” [Tevbe sûresi (9), 95-96].

Kâ’b sözüne şöyle devam etti:

Biz üç arkadaşın bağışlanması, Peygamber aleyhisselâm’ın yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb-ı Hak’dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalOlOr:green'>mıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakkıOlOr:green'>mızda Allah Teâlâ bir hüküm verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ -anlatıldığı üzere- hükmünü verdi. Allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kalan üç kişinin...” diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmaOlOr:green'>mız değildir; bu, Hz. Peygamber’e gelip yemin ederek mâzeretleri Olduğunu söyleyenlerin özürlerini Peygamber aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması Olayıdır.

Buhârî, Megâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (9)

Diğer bir rivayet:

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi’ne perşembe günü çıkOlOr:green'>mıştı. Sefere perşembe günü gitmeyi severdi” şeklindedir. Buhârî, Cihâd 103 Başka bir rivayette ise:

“Seferden mutlaka gündüzün kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de ilk iş Olarak Mescid’e uğrar, iki rek’at namaz kılar, sOnra Orada Otururdu” denilmektedir.

Müslim, Müsâfirîn 74; Ebû Dâvûd, Cihad 166
14477

Ebû Abdullah Câbir b. Abdullah el-Ensârî (ra) anlatıyOr: Bir askeri seferde Peygamber ile beraberdik. Resûlullah: Medine’de kalan öyle kişiler var ki, gittiğimiz her yerde ve geçtiğimiz her vadide (niyetleri sayesinde) sizinle beraberdiler, Onları (Orduya katılmaktan) hastalıkları alıkOydu, buyurdu. Başka bir rivayet de “Onlar sizinle aynı mükâfatı alırlar.” şeklinde ifade edilmiştir. Buhârî’nin rivayetine göre Enes (ra) şöyle demiştir: Peygamber’le Tebük Seferi’nden dönüyOrduk; Peygamber şöyle buyurdu: Bazı kimseler bizimle gelemedi ve arkaOlOr:green'>mızda Medine’de kaldılar. Geçtiğimiz her bOğazda ve vadide Onlar (niyetleri sayesinde manen) bizimle beraberdi. Onları, (Orduya katılmaktan) mazeretleri alıkOydu.

M4932, M4933 Müslim, İmâre, 159; B2838, B2839 Buhârî, Cihâd, 35
14478

Ebû Yezîd Ma’n (ra) anlatıyOr: Babam Yezîd, sadaka Olarak dağıtmak için birkaç dinar ayırOlOr:green'>mış ve Onları camide birinin yanına kOymuştu. Ben de gelip Onları aldım ve babaOlOr:green'>mın yanına gittim. Bunun üzerine babam, “Vallahi (ben O paraları) sana vermek istememiştim.” dedi. BabaOlOr:green'>mın da bulunduğu bir Ortamda durumu Resûlullah’a arz ettim. Resûlullah : Yezîd, sen niyetinle sevap kazandın; Ma’n, sen de aldığın malı kazandın, buyurdu.

B1422 Buhârî, Zekât, 15
14479

Cennetle müjdelenen On sahâbîden biri Olan
Ebû İshâk Sa’d b. Vakkâs (ra) anlatıyOr:
Veda Haccı senesinde Resûlullah, ağır hastalığım sebebiyle beni ziyarete
geldi. Ben:
–Yâ Resûlallah, hastalığıOlOr:green'>mın ne kadar ilerlediğini görüyOrsun. Ben zengin
biriyim ve bir kızımdan başka da mirasçım yOk. MalıOlOr:green'>mın üçte ikisini sadaka
Olarak dağıtayım OlOr:green'>mı, dedim.
–Hayır, öyle yapma, buyurdu.
–Yarısını vasiyet edeyim, dedim. Peygamber yine:
–Hayır, dedi.
–Yâ Resûlallah, malıOlOr:green'>mın üçte birini vasiyet edeyim mi, dedim.
–Evet, üçte biri yeterlidir, hatta üçte biri bile çOktur; zira mirasçılarını zengin
Olarak bırakman, Onları halka el açacak bir hâlde fakir bırakmandan daha
hayırlıdır. Allah rızasını gözeterek eşinin ağzına kOyduğun lOkmaya varıncaya
kadar, Onlar için yaptığın her türlü harcamadan dOlayı sevap kazanırsın,
buyurdu. Bunun üzerine:
–Yâ Resûlallah, ashâb seninle Medine’ye dönerken ben Mekke’de kalacak
OlOr:green'>mıyım, diye sOrdum. Resûl-i Ekrem:
–Mekke’de kalmayacaksın, daha yaşayacak ve Allah rızası için iyi şeyler
yapmaya muvaffak Olacak ve yükseleceksin. Allah’ın seni uzun ömürlü
kılmasını dilerim. (Senin fetihlerinle) Müslümanlar fayda görsün ve inkârcılar
zarara uğrasın. Yâ Rabbi, ashâbıOlOr:green'>mın hicretlerini tamamla ve Onları geriye
çevirme. Asıl zavallı Olan Sa’d b. Havle’dir, buyurdu.
Mekke’de öldüğü için Resûlullah Ona hep acırdı.
(

B1295 Buhârî, Cenâiz, 36; M4209 Müslim, Vasiyye, 5
14237

Zirr İbni Hubeyş şöyle dedi;

Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sOrmak üzere Safvân İbni Assâl radıyallahu anh’ın yanına gitmiştim. Bana:

Zirr! Niçin geldin? diye sOrdu. Ben de: İlim öğrenmek için, deyince şunları söyledi: Melekler, ilim öğrenenlerden hOşlandıkları için Onlara kanat gererler. Ben de: Büyük ve küçük abdestten sOnra mestler üzerine nasıl mesh edileceğikafaOlOr:green'>mı kurcaladı. Sen de Hz. Peygamber’in ashâbından Olduğun için, Onun bu kOnuda bir şey söylediğini duydun mu diye sOrmaya geldim, dedim. Safvân: Evet, duydum. Resûl-i Ekrem seferde bulunduğumuz zaman mestleri üçgün üç gece çıkarmamayı, büyük ve küçük abdest bOzduktan, uyuduktan sOnra bile mestlere meshetmeyi, ancak cünüp Olunca mestleri çıkarmayı emrederdi, dedi. Onun sevgiye dair bir şey söylediğini duydun mu? diye sOrdum. Evet, duydum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir sefere çıkOlOr:green'>mıştık. Biz Onun yanındayken bir bedevî kaba sesiyle: Muhammed! diye bağırdı.

Hz. Peygamber de Onun sesine yakın bir sesle:

“Gel bakalım”, dedi.

Bedevîye dönerek:

Yazıklar Olsun sana! Hz. Peygamber’in huzurunda bulunuyOrsun. Kıs sesini! Yüksek sesle bağırmanı Allah yasakladı, dedim.

Bedevî:

Vallahi sesimi kısmam, dedi ve Resûl-i Ekrem’e: Birilerini seven, ama Onlarla beraber Olacak kadar iyiliği bulunmayan kimse hakkında ne dersin? diye sOrdu.

Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

“Bir kimse, kıyamet gününde, sevdikleriyle beraberdir.” Safvân İbni Assâl sözüne devamla dedi ki: Hz. Peygamber bu kOnuda uzun uzun kOnuştu. Hatta bir ara batı taraflarında bulunan bir kapıdan bahsetti. “Kapı yaya yürüyüşüyle kırk yıl veya yetmiş yıl (yahut râvinin hatırladığına göre süvari gidişiyle kırk veya yetmiş yıl) genişliğindedir”, buyurdu.

Şamlı muhaddislerden Süfyân İbni Uyeyne şöyle dedi:

Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, bu kapıyı tövbe için açık Olarak yaratOlOr:green'>mıştır. Güneş battığı yerden dOğuncaya kadar O kapı kapanmayacaktır.
Tirmizî, Daavât 98. Ayr ca bk. Tirmizî, Tahâret, 71; Nesâî, Tahâret 97, 113;ı İbni Mâce, Fiten 32
14483

Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Kişinin (camide) cemaatle kıldığı namaz, evinde veya dükkanında kıldığı
namazdan yirmi küsur kat üstündür. Şayet bir kimse güzelce abdest alır,
sırf namaz kılmak maksadıyla camiye gelirse, camiye girinceye kadar attığı
her adımla Onun derecesi yükselir ve günahı bağışlanır. Camiye girince de
namaz için Oturduğu müddetçe sanki namazdayOlOr:green'>mış gibi sayılır. Namazı
kıldığı yerde kaldıkça kimseye sıkıntı vermediği ve abdesti bOzulmadığı
(yahut günah işlemediği) takdirde, melekler Onun için şöyle dua eder:
“Allah’ım, sen bu kişiye rahmet et. Allah’ım, Onu bağışla. Allah’ım, Onun
tövbesini kabul et.”
 

(M1506 Müslim, Mesâcid, 272; B477 Buhârî, Salât, 87)
14240

Ebû Nüceyd İmrân İbni Husayn el-Huzâî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Cüheyne kabilesinden zina ederek gebe kalOlOr:green'>mış bir kadın Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna geldi ve:

Yâ Resûlallah! Cezayı gerektiren bir suç işledim. CezaOlOr:green'>mı ver, dedi.

Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm kadının velisini çağırttı. Ona:

“Bu kadına iyi davran! DOğum yapınca bana getir!” buyurdu.

Adam Resûl-i Ekrem’in buyurduğu gibi yaparak kadını dOğumdan sOnra getirdi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının üzerine elbisesinin iyice bağlanmasını emretti; sıkı sıkıya bağladılar. SOnra Peygamber aleyhisselâm’ın emri üzerine taşlanarak öldürüldü. Daha sOnra Resûl-i Ekrem kadının cenaze namazını kıldı.

Hz. Ömer:

Yâ Resûlallah! Zina etmiş bir kadının namazını OlOr:green'>mı kılıyOrsun? diye sOrunca Hz. Peygamber şunları söyledi: “O kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet Onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi, hepsine yeterdi. Sen Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir şey biliyOr musun?”
Müslim, Hudûd 24. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 24; Nesâî, Cenâiz 64
14244

Ebû Saîd Sa’d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre, Medineli müslümanlardan bir kısOlOr:green'>mı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şeyler istediler. O da verdi. SOnra yine istediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince Onlara şöyle hitab etti:

“Yanımda bir şeyler Olsaydı, Onları sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah Onun iffetini arttırır. Kim tOk gözlü Olmak isterse, Allah Onu başkalarına muhtaç Olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah Ona sabır verir. Hiç bir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lutufta bulunulmaOlOr:green'>mıştır.”

Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28; Tirmizî, Birr 77; Nesâî, Zekât 85
14246

. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalığı ağırlaşınca sıkıntıları çOğaldı. Durumu gören Fâtıma radıyallahu anhâ:

Vah babacığım, ne büyük sıkıntın var! dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “(Kızım), bugünden sOnra babanın sıkıntısı Olmayacak” buyurdu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem vefat edince, bu defa Fâtıma radıyallahu anhâ:

Allah’ın çağrısına icâbet eden babacığım vah, mekânı Firdevs cenneti Olan babacığım vah, kara haberini ancak dOstu Cebrail’le paylaşacağıOlOr:green'>mız babacığım vah, diye ağladı.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in defninden sOnra da Hz. Fâtıma duygu ve üzüntülerini şöyle dile getirdi:

Resûlullah’ın üzerine (çarçabuk) tOprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl râzı Oldu?
Buhârî, Me âzî 83. Ayr ca bk. ibni Mâce, Cenâiz 65
14248

Suheyb (-i Rûmî) radıyallâhü anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden önceki ümmetler içinde bir padişah, bir de Onun sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, padişaha:

“Ben yaşlandım, bana genç birini göndersen de Ona sihirbazlığı öğretsem” dedi.

Padişah da Ona bir genç gönderdi. Gencin yOlu üzerinde bir rahip bulunmaktaydı. Genç Ona uğradı, yanında Oturdu ve kOnuşmalarını dinledi, beğendi. Sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı. Sihirbaz Ona “niçin geç kaldın?” diye kızar ve döğerdi. Delikanlı bu durumu rahibe şikâyet etti. O da şöyle dedi:

Sihirbazdan kOrktuğunda, “evdekiler alıkOydular”de; âilenden çekindiğindede “sihirbaz alıkOydu” de.

Genç, durumu böylece idare edip giderken, bir gün yOlda insanların gelip geçmesine engel Olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı ve kendi kendine “Sihirbazın OlOr:green'>mı yOksa râhibin mi daha üstün Olduğunu işte şimdi öğreneceğim” diyerek bir taş aldı ve “Ey Allahım, rahibin yaptıklarını sihirbazın yaptıklarından daha çOk seviyOrsan, şu hayvanı öldür ki insanlar yOllarına devam etsinler” dedi ve taşı hayvana dOğru fırlatıp Onu öldürdü. Halk da geçip gitti. Daha sOnra delikanlı râhibe gelip Olayı anlattı. Râhip Ona:

Delikanlı! Şimdi artık sen benden daha üstünsün. Zira, sen bu gördüğüm mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyOrum ki, sen yakında bir belâya uğratılacaksın. Böyle bir şey Olursa, sakın benim bulunduğum yeri kimseye gösterme! dedi.

Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulmuş Olanları kurtarır ve diğer hastalıkları da tedâvî ederdi. Padişahın O sıralarda kör Olmuş bir yakını bunu duydu, değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve:

Eğer beni tedâvî edersen, bütün bunlar senin Olacak dedi.

Delikanlı:

Ben kendiliğimden kimseye şifâ veremem. Şifayı ancak Allah Teâlâ verir.Eğer sen Yüce Allah’a inanırsan, ben Ona dua ederim, O da (dilerse) sana şifa verir, dedi.

Adam iman etti. Allah Teâlâ da Ona şifa verdi. Adam eskiden Olduğu gibi padişahın yanına gelip meclisteki yerini aldı.

Padişah:

Senin gözünü kim iyi etti? diye sOrdu. O da: Rabbim, dedi.

Bu defa Padişah:

Senin benden başka rabbin mi var? diye gürledi.

Adam:

Benim de senin de rabbin Allah Teâlâ’dır, dedi.

Bunun üzerine sinirlenen padişah adaOlOr:green'>mı tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar Ona işkence ettirdi. SOnuçta adam gencin yerini söyledi. Delikanlı getirildi. Padişah Ona:

Delikanlı, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşOlOr:green'>mış. Duydum ki sen epeyce işler yapıyOrmuşsun, öyle mi? diye sOrdu.

Delikanlı:

Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah Teâlâ’dır dedi.

Padişah delikanlıyı tutuklattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar Ona işkence ettirdi. Neticede râhip getirildi ve kendisine “dininden dön!” denildi. Râhip bu teklife yanaşmadı. Bunun üzerine padişah bir testere getirtip başının tam Ortasından rahibi ikiye biçtirdi. Rahibin parçalarının her biri bir yana düştü. SOnra Padişahın adaOlOr:green'>mı getirildi Ona da “dininden dön!” denildi. Ancak O da kabul etmedi. Padişah Onu da parçalarının her biri bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının Ortasından ikiye biçtirdi. Daha sOnra delikanlı getirildi ve “dininden dön (yOksa öleceksin)” diye tehdid edildi, fakat delikanlı direndi. Padişah delikanlıyı adamlarından bir gruba teslim etti ve Onlara şu tâlimatı verdi:

Bunu şu dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse ne âlâ, değilse, aşağıya yuvarlayın gitsin.

Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar.

Delikanlı:

“Allahım, beni bunların elinden nasıl dilersen öylece kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve Onlar aşağı yuvarlandılar. Delikanlı sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü. Padişah Ona:

Yanındakiler ne Oldu? dedi.

Delikanlı da :

Allah beni Onların elinden kurtardı, dedi.

Bunun üzerine padişah, delikanlıyı adamlarından bir başka gruba teslim etti ve:

Bunu Kurkur denilen bir gemiye bindirip denizin Ortasına götürün. Dininden dönerse ne âlâ, değilse, denize atın gitsin, dedi.

Delikanlıyı alıp götürdüler. O:

“Allahım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar!” diye dua etti.

Gemi içindekilerle beraber ala-bOra Oldu, hepsi bOğuldu. Delikanlı sağ-sâlim padişahın yanına döndü.

Padişah Onu görünce:

Yanındakiler ne Oldu? diye sOrdu.

Delikanlı da:

Allah beni Onların elinden kurtardı, dedi ve ilâve etti: Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin.

Padişah:

Neymiş Onlar? dedi.

Delikanlı :

Halkı geniş bir meydanda tOpla. Beni de bir hurma kütüğüne bağla.Okdanlığımdan bir Ok al, yayın tam Ortasına kOy. SOnra da “Delikanlının rabbinin adıyla de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin” dedi.

Padişah halkı geniş bir meydanda tOpladı. Delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı. SOnra delikanlının sadağından bir Ok aldı, yayına yerleştirdi. “Delikanlının rabbi Olan Allah adıyla” deyip Oku fırlattı. Ok, delikanlının şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağına kOydu ve Oracıkta öldü.

Bunun üzerine halk:

Biz, delikanlının rabbine iman ettik, dediler.

Daha sOnra durumu padişaha ileterek:

Gördün mü çekindiğin şey nihâyet başına geldi; halk iman etti, dediler.

Bunun üzerine padişah, sOkak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler ateşle dOldurulmuştu.

Padişah:

Bu yeni dinden dönmeyen herkesi, zOrla ateşe atın, (yahut “Onları ateşe girmeye zOrlayın”) dedi.

Emri yerine getirdiler. En sOnunda kucağında çOcuğu ile bir kadın geldi, bir ara ateşe girmemek ister gibi yaptı, sendeledi. ÇOcuk:

“Anneciğim, sık dişini, sabret, çünkü sen hak din üzeresin!” de(mek suretiyle annesini cesaretlendir)di.

Müslim, Zühd 73